Türkiye sosyal medyasında, özellikle son yıllarda Gezi eylemleri sırasında polis tarafından öldürülen Berkin Elvan sık-sık tartışma konusu oluyor. Nefret, hakaret dolu içeriklerle sadece Berkin değil son yıllarda Türkiye’nin gördüğü en büyük toplumsal ayaklanma olan Gezi de hedef alınıyor. Gezi olayları, 2013te yani yaklaşık 10 sene önce nasıl milyonlar tarafından sahiplenildiyse, bugün o şekilde bir nefret objesi haline getiriliyor. Geçtiğimiz 10 yılda OHAL süreciyle de birlikte sosyalistleri sokaktan temizleyen ve böylece sokağı ciddi bir tehlike olmaktan çıkaran iktidar son yıllarda çeşitli aparatları aracılığıyla sokağı şeytanlaştırıyor. Peki bu 10 yıl nasıl değerlendirilmeli, ne gibi sonuçlar çıkarılıp nasıl hareket edilmelidir?
2013 yılında aldığı darbeden sonra aylarca komada yatan Berkin Elvanı “kardeşimsin Berkin” diyerek her kesimden milyonlarca insan bağrına basmıştı. Hatta Geziden kalan son kırıntı olan Berkin’in cenazesini Türkiye toplumsal muhalefetinin son büyük gövde gösterilerinden birilerinden biri olarak nitelendirirsek yanılmış olmayız. Berkin; Ali İsmaille, Ethemle, Ahmet Atakanla ve daha niceleriyle birlikte Gezi’nin sembolü ve milyonlarca onurlu insanın kardeşiydi o günlerde. Bugüne geldiğimizdeyse Berkin’in cenazesine küfrediliyor. Peki bu süreçte bu seviyeye nasıl düştük veya düşürüldük?
Bu meseleye sadece Gezi veya Berkin Elvan örneği üzerinden bakmak yanlış olur. Stratejik bir şekilde sola karşı verilen savaşın sonunda bu duruma geldiğimizi anlamalıyız. Öncelikle Gezi, son yıllarda solun bu denli güçlü ortaya çıktığı en büyük olaylardan birisiydi ve hükümeti ciddi anlamda tedirgin etmişti. Bu sebeptendir ki Gezi’nin mirasına topyekün bir savaş açtı Erdoğan. Sokaklardan sosyalistleri sildi, üniversiteleri kayyumlar atayarak etkisiz hale getirdi, gazetecileri, hukukçuları hapse attı. IŞİD’le işbirliği yapacak kadar çirkinleşti. Üzerinden 10 sene geçti ama hala bu savaşı bitirmeyi düşünmüyorlar. Misal, Hatay halkının oylarıyla milletvekili seçilen Gezinin avukatı Can Atalay, seçimden 1 seneden fazla geçmesine rağmen hala hapiste.
Fakat son yıllarda bu düşmanlık sadece iktidar kesimlerinde değil, büyük çoğunluğu gençlerden oluşan halk kitlesinde de görünmeye başladı. İktidarının ilk yıllarında AB hedefli liberal bir politika yönetiyor görüntüsü vermeye çalışan AKP’nin halktan çalıp sattıkları, maçın ikinci yarısında kendi kalesinde gol oluyordu. Bunun sonucu olarak ekonomide oluşan akıl almaz çöküşü gizlemeye çalışan iktidar, “bak cambaza” diyerek yeni düşmanlar yaratmaya başladı. Bu nefret ve kini beslemesi için de gerekli aktörleri sahaya sürmeye başladı. Böylece, Türkiye ekonomik olarak önü alınmaz bir gerileme döneminin zirvesini yaşarken ortaya aşırı-sağ, ırkçı, kadın, LGBTİ+, işçi düşmanı, göçmen karşıtı aktörler çıktı. Ümit Özdağ, Sinan Oğan gibi siyasilerin, Jahrein, Erlik gibi sosyal medya fenomenlerinin başını çektiği bu güruh gençleri zehirlemekle toplumu bir çürümeye götürüyor. Türkiye gençliği, yıllardır ince işlenen bir politikayla hükümet kararlarına gönülden bağlı olacak bir şekle getirilmeye çalışılıyor. Peki AKP bunu tam olarak nasıl başardı ve sol buna neden karşı koyamadı? AKP, sosyal medya operasyonuna özellikle Fahrettin Altun’un İletişim başkanı olduğu dönemden başlayarak tüm hızıyla her mecrada başladı. Sürekli onaylı hesap olarak ortaya çıkan, kısa sürede binlerce takipçiye ulaşarak haber akışının merkezinde yer alan hesaplar türemeye başladı. Bununla yetinmeyen iktidar, sosyal medyada çokça takip edilen fenomenleri kendi tarafına çekmeye başladı. Mesela 2021 yılında Kemal Kılıçdaroğlu’nu kendi yayınına alan, “HDP milyonlarca oy alıyor, bu milyonlara terörist diyemeyiz” gibi muhalefete yakın söylemleriyle bilinen Jahrein isimli yayıncı bundan sonraki senelerde iktidarın en ciddi propaganda hesaplarından birisine dönüştü. Seçim döneminde de yine bu tür fenomenler ve sahte onaylı haber hesapları kullanarak türlü dezenformasyon ve karalama kampanyaları yürütmeye başladı AKP. Türkiye’de göçmen sorunu gündem olmaya başladığı dönemlerden itibaren, bu tür hesaplar üzerinden açık bir ırkçılık kampanyası örgütlendi. Günümüzde milyonlarca takipçiye sahip, Türkiye gençliğini zehirleyen bu hesaplar her gün durmadan ırkçılık, kadın düşmanlığı, sol düşmanlığı ve türlü kara propaganda yapmaya devam ediyor. Ülkedeki siyasi ortamın da bu tür faaliyetleri desteklediği bir durumda muhalif fikirlerin baskılanması ve bu tür rezil propagandanın yapılması Türkiye halklarını her geçen gün hükümete karşı pasifize etmeye devam ediyor.
Bu durumda bir şeyi kabul etmek gerekiyor: sol sosyal medya savaşında sınıfta kaldı. Bu tür bir birinden rezil sorunlar ortaya çıktığı günlerde ana akımda buna güçlü bir muhalefet oluşturacak karşı fikirlere neredeyse rastlayamıyoruz. Her geçen gün sol karşıtlığı bir matah gibi gençliğe sunulurken bunu geri çevirebilecek bir rüzgar örgütlenemiyor. Yine aynı noktaya geliyoruz; nasıl oluyor da 2013’te sosyal medyayı sokağa çağrı yapmak için kullanan ve bunda çok başarılı olan sosyalistler bugün bu duruma geliyor? Bu meseleyi sol hareketin güncel durumunu ele almadan konuşamayız. Her geçen yıl biraz daha CHP’ye yanlayan, gerçek sınıf tartışmalarından uzaklaşarak kimlik sorunlarını ana odak haline getirmeye başlayan sol, halk kitlelerini de kaybetmeye başlıyor. CHP’nin “sokak AKP’ye yarar” korkusunu yenmeyen veya yenemeyen sosyalistler insanları kendileriyle sokağa çıkarmaktan aciz bir duruma geliyorlar. Bunun sonucu olarak da siyasette güçlü bir figür olmayı ve gençliği kazanma şansını da elinden kaçırıyor. Bu durumda AKP iktidarının halk düşmanı ekonomik politikaları nedeniyle hayatlarında hiçbir farklılık yapamayan, sinemaya gitmekten, romanlar alıp okumaktan uzaklaşan gençlik haliyle sürekli internette zaman geçirmeye başlıyor ve yazı boyunca hakkında konuştuğumuz rezil propagandaların hedefi oluyor.
Bu rüzgarı döndürmek için ne yapmalıyız? Toplumun güçlü bir ekonomik zorluk döneminden geçtiği bu günler sosyalistlerin en önemli gündemi de bu olmalı. Halka gerçek sınıf sorunlarıyla gidildiğinde, ekonomik meselenin öne çekilip beraber bir mücadele programı önerildiğinde her zaman olumlu dönüşle alındığının şahidi olduk. Bugünlerde yapılması gereken de budur. Sınıf sorununu, açlık sorununu; yani emekçilerin ana gündemini öne çıkararak bunun yanında siyasi usulsüzlüklere, yükselen ırkçılığa, kadın, LGBTİ+ cinayetlerine, sokak hayvanı katliamına ve birçok soruna karşı emekçilerle beraber bir mücadele programı geliştirilmelidir. Bunda başarılı olmak kitleleri geri kazanarak birçok alanda güçlü bir siyasi figür olmayı ve solu mevcut enkaz düzenine iyi bir alternatif olarak sunmayı da beraberinde getirecektir.