AĞANIN ELİ TUTULAMAZ MI?
“Ağanın eli tutulmaz” genellikle zengin kişiler için para verirken kullanılan bir atasözüdür. Ağa ne de olsa ağa güç ve mal sahibi, kudretli biridir. Bu sözü ondan daha iyi taşıyacak başka biri de yoktur herhâlde. Öyle ki elini tutmak bir kenara göz göze bile gelinmez. Dediği kanundur. Onun gibi giyinmek, konuşmak bile yasaktır. Hatta daha da ileriye gidecek olursak ağanın boku üstüne bok bile olmaz. Böyle bir imge varken ona baş kaldırmak, elini tutmak, bir çılgınlık hatta devrim olmalıdır. Türkiye sinemasında da bu devrim birçok kez işlenmiş, filmlerde köylüler ağaya ve feodal düzene karşı hakları için ayaklanmıştır. Bu baş kaldırı filmlerde genellikte belirli bir yol haritası izlenerek gerçekleşmiş olmasına rağmen Züğürt Ağa filmi, konuya diğerlerinden farklı bir açıdan yaklaşarak yeni bir derinlik kazandırmıştır.
Öncelikle birbirine benzer örneklerden bahsedecek olursak, bu filmlerde ağa karakteri hemen hemen belli bir şekilde ele alınır. Örneğin Kibar Feyzo’da başlık parası ve eşitlik üzerinden köylünün uyanışı anlatılırken buna en büyük düşman ağadır. Şalvar Davası’nda da yine kadının eşitlik mücadelesi üzerinden aydınlanmaya başlayan köyü ağa, cinsiyetleri birbirine düşman ederek bölmeye ve kendi düzenini idame ettirmeye çalışır. Davaro filminde ise ağa, köylüler arasındaki düşmanlıklardan yararlanarak onların eşlerine göz koyan ve mallarına çöken biridir. Aynı şekilde, Erkek Güzeli Sefil Bilo filminde de ağa, kan davaları vasıtasıyla köylüyü kendi emelleri için kullanmakta, onları birbirine düşürerek yine sevdiklerine ve tarlalarına sahip olmaya çalışmaktadır. Son olarak Salako filminde ağa, bu sefer faizciyle bir araya gelir. Biri toprak ağası biri para babası ağlar köylünün anası. İşin özeti bu filmlerde ağa, köle gibi insanları tarlasında çalıştıran, istediği kadına göz koyan, kendi rejimini devam ettirebilmek için her türlü hile hurda ve baskıyı kullanan varlıklı, madrabaz biridir.
Filmlerdeki benzerlikler ağa karakteriyle de sınırlı kalmaz. Köylü tiplemesinde ve olay örgülerinde de ortak noktalar vardır. Filmlerde köylüler ağaya karşı baş kaldıran ve haklarını arayan iyi, saf karakterler olarak tasarlanmıştır. Bunun yanı sıra olay örgüsü de ağanın tüm baskılarına rağmen, bazen bir karakterin ya da marabanın tamamının direnişiyle, köylülerin sömürü sistemine karşı baş kaldırması ve sonunda haklarına kavuşması minvalindedir. Yani iyi ve saf köylü, hakları için güç sahibi ve kötü ağaya karşı baş kaldırır ve rejimi çökertir.
Peki bu kölelik sisteminin temel sorununa, yani ağaya filmin sonunda ne oluyor? Tabii ki sömürü rejiminin olmaması için artık bir ağa da olmamalı. Bu doğrultuda, Erkek Güzeli Sefil Bilo ve Kibar Feyzo filmlerinde ağa filmin sonunda ölür. Şalvar Davası’nda da felç kalır ve işlevsiz bir hâle bürünür. Davaro ve Salako’da ise filmin sonunda ağa rezil edilir. İlkinde köylü kendi özgürlüğünü satın alırken ikincisinde ağa ve faizci falakaya vurulur. Kısacası, bu kötü karakter filmin sonunda ya ölür ya da işlevsiz bir hâle gelir, köylüyse bir zaferle ve uyanışla haklarına kavuşur. Yeni kurulan düzende de ağa artık söz sahibi değildir.
Görüldüğü gibi bu filmler hem karakterleriyle hem de olay örgülerindeki benzerlikle köylünün içinde bulunduğu feodal düzene karşı direnişini konu edinir. Bunu yaparken de baş düşman rolüne köyün ağasını konumlandırır. Fakat bir film bu konuyu farklı bir perspektifte ele almasıyla diğerlerinden ayrışıyor. Züğürt Ağa. Burada Kibar Feyzo’da yahut Şalvar Davası’nda olduğu gibi köylünün, marabanın, bakış açısından filmi izlemiyoruz. Züğürt Ağa’da odak noktamız diğer filmlerde düşman olarak ilan edilen, insanlar arasındaki eşitsizliğin, gelişememenin, köleliğin nedeni olarak gösterilen, köylü devriminin önündeki en büyük engel: Ağa.
Filmin adından da anlayabileceğimiz üzere Züğürt Ağa’da ağamız züğürt yani fakir. Önceki filmleri düşündüğümüzde bir ağaya pek de oturmayan bir sıfat bu. Köylünün fakir olmasına alışmıştık ama ağa fakir olabilir mi? Tek farklı yönü fakir olmasıyla da kalmıyor. Diğer filmlerdeki ağaların aksine Züğürt Ağa’nın gözü de pek açık değil. Alavere dalavere bilmiyor, insanları kendi menfaatleri için kullanamıyor. Kendi marabası dahil karşılaştığı herkes tarafından dolandırılıyor. Hâl böyle olunca da en sonunda köyü satıp şehre yerleşiyor. Burada da bir iş tutturamayan Ağa, satacak hiçbir şeyi kalmayınca bildiği tek iş olan çiğköfte yapmaya başlıyor ve köyden kente gelen diğer marabaları gibi hayatına devam ediyor. Kendisinin tepede bulunduğu feodal düzen çöküyor ve şehirde sıradanlaşarak kayboluyor.
Evet, ağalık rejiminin bu filmde de çöktüğüne şahit olduk fakat işler diğer filmlerde alışık olduğumuz gibi gerçekleşmedi. En başta ağamız zaten diğer ağalar gibi değildi. Ne namussuzdu ne de madrabaz. Bir çocuk saflığına sahipti. Başına gelen hiçbir şey için onu suçlayamıyor, tam tersine acıyarak kendi marabası dahil onu dolandıranları bu duruma sebep olarak görüyorduk. Haksızlığa uğrayan sanki o idi. Bu durum filmde de işlenmişti. Ailesi dahil herkes tarafından terk edilmiş, hiçbir şeyi kalmamış ve pek de becerikli olmayan bu orta yaşlı adam, genç ve güzel bir kız tarafından seviliyordu. Hem de bu kız onun insanlığını seviyordu. Diğer dönem filmlerinde ise sevdiğine kavuşmak ve sevilmek ağaya karşı olan mağdur köylülerde görülen bir şey, bir kahraman özelliği idi. Hatta diğer filmlerde ağa o kadar kötü bir kişiydi ki Şalvar Davası filminde ağa, kendi karısı tarafından terk ediliyor ve eşi marabasıyla birlikte kaçıyordu. Buna mukabil Züğürt Ağa’da böyle bir durum yoktu. Ağa bir şekilde aşkı hak ediyor ve ona sahip oluyordu.
Züğürt Ağa’yı diğer dönem filmlerinden ayıran tek şey ağa rolündeki değişim de değildi. Köylü halk da farklıydı. Marabalar kurnazdı, ağalarından çalıyorlardı. Hatta Ağa’nın yanaşması, ona hiçbir şeyi yokken bir iş ve kalacak yer verilen Kekec Salman, kız kardeşini hem Ağa’nın babasına hem de Ağa’ya satmaya çalışıyor, hırsızlık yapıyor, saman altından su yürütüyordu. Bu filmde madrabaz, bir köylüydü. Öfkemiz onun üzerinde toplanıyordu. Züğürt Ağa’da diğer filmlerin aksine iyi ve kötü karakterler yer değiştirmiş gibiydi.
Köylüler ve ağadaki bu farklılığa ek olarak, marabanın devrimi de diğer filmlerin aksine yanlış gerçekleşiyor hatta gerçekleşmiyordu. Önceki filmlerde ağaya karşı kazanımlarını elde eden marabalar, köylerinde kalıyor ve orada yaşıyorlardı. Züğürt Ağa’da ise köylüler yaşadıkları yeri terk ediyor ve şehre yerleşiyor. Köylü malına ve haklarına sahip çıkmak ve üretmek yerine şehre gidip orada küçük işlerle uğraşıyor ve fırsatçıya dönüşüyordu. Evet, ağalık rejimi bitmişti ama köylü devrimi de yaşanamamıştı. Köylü ne mülk elde ediyor ne cinsiyetler arasındaki farklar azalıyor ne de bir uyanış gerçekleşiyordu. Önceki filmlerdeki idealize edilen durumla karşılaşmıyorduk.
Neticede Züğürt Ağa bizi bir gerçekle yüzleştirmesi açısından diğer örneklerden ayrılıyor. Türkiye’de ağalık sistemi bir şekilde zayıflamış fakat köylü kazanımlarını elde edememişti. Elinde avucunda ne kaldıysa satıp büyük şehirlere göç etmiş, orada hayata tutunmaya çalışmıştı. Şalvar Davası’nda ya da Erkek Güzeli Sefil Bilo’da istenilen son elde edilmemiş, köylü köyünde şehirlileşememişti. Anadolu’dan kente göçü deneyimliyorduk. Şehirde herkes birbirine kazık atmaya çalışıyor, işleri görülmesi için rüşvet verilip alınıyor, hırsızlık ve dolandırıcılık ahlaksızlık olmaktan çıkıp norm hâline geliyordu. Bu ortamda tutunabilenler yükselirken tutunamayanlar Züğürt Ağa gibi hiçbir şeyi kalmayana kadar her şeylerini kaybediyordu. Vahşi bir hayatta kalma mücadelesine şahit oluyorduk. Köylüsü de ağası da bu hayatta kalma mücadelesini büyük şehirde vermek durumundaydı.
Caner Türkmen