“özgür olmayan insan nedir?
söyle bana, mariana.
söyle seni nasıl sevebilirim
özgür olmazsam?
sana kalbimi nasıl açabilirim
bu yürek benim değilse?”
Lorca’nın 19 Ağustos 1936’ta öldürülmeden önce okuduğu son şiiri
Portakallara, atlara, kurdelalara, şapkalara ve Granada’ya tutkuyla bağlı olan 20. yy.’ın büyük İspanyol şairi Garcia Lorca’nın faşistlerin elleriyle katledilmesinin üzerinden tam 87 yıl geçti. Zengin bir toprak sahibinin oğlu olmasına karşın, toplumdaki sınıf çatışmasında safını her zaman ezilenden yana tutmuş olan Lorca yaptığı bir konuşmada şöyle söylüyordu: “Ben her zaman yoksulların yanındayım, olmaya da devam edeceğim. Ben her zaman hiçbir şeyi olmayanların yanındaydım, olmaya da devam edeceğim. Hiç’ler, engellenilen huzura kavuşana dek”
1936’da öldürülene kadar geçen 38 yıllık yaşamına onlarca şiir, tiyatro oyunu ve beste sığdırmış olan Lorca’nın bu kadar çarpıcı bu kadar halktan ama hep de yeni bir şey üreterek yazmasındaki esin kaynağı her zaman içinde yaşadığı toplumun ve tarihin kendisi oldu. Babasının topraklarında çalışan işçiler, evlerindeki hizmetçiler, çevresindeki kadınların bastırılmış kişilikleri, Madrid’deki üniversite öğrencileri, fabrika işçileri hep onun eserlerinde köşe taşlarını tuttu. Lorca’yı bu denli etkileyen, korkusuzca onu infazına kadar götürecek olan şiirleri yazmasını sağlayacak olan neydi?
Lorca’nın deyimiyle, yaptığı “saf sanat”ı anlayabilmek için dönemin İspanya’sına bakmakta fayda var. Bütün dünyayı sarsan 1848 devrimlerinin sonucunu İspanya burjuvazisi 1868’de almış, bir krallık devrilmiş. Yerine gelen cumhuriyet darbeyle sarsılmış. Yıllarca süren baskı rejiminin sonucunda örgütlülüğü büyüyen İspanya işçilerinin mücadele deneyimi artmış, İspanya Fas’ı işgal ettiğinde ülkede günlerce sürecek olan genel grev kararı verilmiş, hükümet elini binlerce işçinin kanına bulayarak grevi kırmış, ayaklanmaları bastırmıştı. Sonraki yıllarda kapitalizmi derinden sarsacak olan “29 Buhranı” ile açlığa, sefalete ve yoksulluğa karşı ayaklanan geçmişte monarşiyi devirmiş milyonlarca insan şimdi geçmişten de aldıkları dersle yalnızca demokratik bir burjuva rejimi değil, işçi devrimi istiyor! Kapitalizmin kendini onarma çabasıyla yapacağı kirli planlar işte İspanya’daki milyonlarca insanın durmadan haykırdığı bu talep neticesinde gelişiyor.
Yükselen işçi hareketine karşı faşist sokak gücünün başta Hitler Almanya’sı ve Mussolini İtalya’sıyla birlikte diğer Avrupa devletlerinin de desteğiyle oluşturulmaya başlandığı bu günlerde saflar iyice belirginleşmişti. İşçi sınıfı ve onun silahlı gücü olan halk milislerinden yana taraf olanlardan biri de Federico Garcia Lorca idi. Fakat Lorca’yı solcu ya da sosyalist yapan şey yalnızca işler kızıştığı vakitte işçi sınıfından yana tavır alması değildi. Yıllardan beri zaten toplumdaki eşitsizlikler üzerine yazıyor, yalnızca yazmakla da kalmayıp yazdıklarını insanlara ulaştırmak için de çaba sarf ediyordu. İşte hem bilinen klasikleri hem de kendi oyunlarını sergiledikleri gezgin tiyatro olan La Barraca bu sanatı İspanya’nın en ücra köylerindeki yoksul halka kadar ulaştırma çabasının sonucunda kuruldu. La Barraca köy köy geziyor, hem tiyatro oyunlarını sahneleyerek insanlara ulaşıyor hem de topraksız köylülerin sorunlarının çığlığını bir köyden diğerine oluşturarak halk içinde mücadele birliğini sağlamak için eşsiz bir vazife görüyordu. Sanatının hammaddesi hayat olan Lorca içinse her yeni köy, o köydeki her ayağı çıplak çocuk, her istemediği biriyle evlendirilmiş genç kız, her kocası kan davasında öldürülmüş genç yaşlı dul kadın, her sevgilisi faşistler tarafından öldürülmüş genç yeni bir şiir, yeni bir oyun, yeni bir piyano bestesi demekti. Yani, köylerdeki kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış olan binlerce insanın Lorca’nın seyyar tiyatrosuna ihtiyacı olduğu kadar Lorca’nın da onlara ihtiyacı vardı. Fakat bu yalnızca basit bir esin kaynağı değil, Lorca’nın yoksul İspanyol halkıyla kurduğu kader birliğiydi. Onun eserlerini bu kadar çarpıcı yapan da işte buydu. La Barraca’nın köylülerle kurduğu bağdan bahsederken şunları söylüyordu Lorca:
“Şimdi yeni bir komedi üzerinde çalışıyorum. artık eskiler gibi olmayacak. öyle bir eser ki bu hiçbir şey yazamayabilirim, bir satır bile. çünkü gerçek ve yalan, açlık ve şiir havaya doğru uçuyor, sayfalardan dışarı çıkıyor. ekonomik eşitsizlik var olduğu sürece dünya düşünmeyecek. bunu daha önce de gördüm. iki adam bir nehrin kenarına gider. biri zengindir, öteki yoksul. birinin göbeği kocamandır, ötekinin esnemesi havayı kirletir. ve zengin adam, ‘ah ne kadar da güzel bir gemi şu suyun üzerinde giden. baksana şu kıyıda açan zambaklara’ der. ve yoksul adam, ‘ben açım hiçbir şey göremiyorum. açım, çok açım.’ açlığın dünyadan silindiği gün, gelmiş geçmiş en büyük duygusal ve zihinsel patlama yaşanacak. o büyük devrim gününde, zevki ve güzelliği resmedemeyen insanlar tüm zincirlerini koparacak. gerçek bir sosyalist gibi konuşuyorum değil mi?”
Lorca’nın adının kitlelerce bilinmesine yol açan ilk eseri 1925’te yazdığı Endülüslü özgürlük savaşçısı bir kadının hayatını anlatan “Manana Pineda” adlı lirik tiyatroydu. Bir yandan da halk öykülerini ve deyişleri toplamaya ve yenilemeye devam eden Lorca, “Romancero Gitano” adlı şiir kitabını 1928’de yayınladıktan sonra “Cigan Şairi” olarak anılmaya başladı. Eserlerinde kendi döneminin ruhunu eski hatta antik biçimlerle harmanlamak konusunda uzmanlaşmıştı. Mesela işçi bir kadının hayatını anlattığı tiyatro eserinde Antik Yunan Tiyatrosu’nda kullanılan bir teknik olan Prologue ve Chorus bölümlerine yer veriyor fakat bunları kralların veya din adamlarının ağzından veya onlara yönelik şekilde değil, işçi sınıfından karakterler aracılığıyla yapıyordu. Veya yazdığı Baladlarda mitlerin ve aşkın yanı sıra toplumsal konulara da değinmeden geçmiyordu.
Pablo Neruda, Salvador Dali gibi isimler başta olmak üzere hem dönemin entelektüel camiasında adından bu denli söz ettirip sıkı dostluklar kuran hem de suya sabuna dokunmadan çok rahat yaşayabilme imkanına sahipken toplumsal sorunlara yönelik lafını esirgemeyen Garcia Lorca, faşistlere karşı oluşturulan halk milisleri için yazdığı şiir sebebiyle 19 Ağustos 1936’da, iç savaşın ilk zamanlarında gönülden bağlı olduğu Granada’nın yollarında falanjistler tarafından öldürüldü.
“karadır atları, kapkara
nalları da kapkara demir.
pelerinlerinde parıldar
mürekkep ve mum lekeleri
ağlamak nerede onlar nerede
hepsinin de kurşundan beyni
yoldan ağrı çıkageldiler
gönülleri cilalı deri.
o çılgınlar, o gececiler
boğarlar geçtikleri yeri
zamk karası bir sessizliğe
ve bir dehşete kum incesi…”
İspanya İç Savaşı yalnızca faşist Franco’ya karşı verilen bir savaş olmadı. Aynı zamanda dönemin Stalinist İspanya Komünist Partisi’nin devrimi boğazlayan politikaları sayesinde de yıllarca sürecek Franco diktatörlüğü binlerce aydının, sanatçının, öğrencinin ve işçinin ölümüne, bir kuşağın tasfiyesine sebep oldu. Federico Garcia Lorca da bu saldırının en erken kurbanlarından biriydi. Korkakça öldürüldü, ardından onlarca şiir yazıldı. Yalnızca kendi yazdıklarıyla değil, onun için yazılan ve çizilenlerle de edebiyat dünyasında temiz bir sayfa yer edinmeyi başardı.
“….
garcia lorca’nın mezarı
ve gözbebekleri pierre curie’nin
kar altındadır
…”
Ahmet Arif, Karanfil Sokağı