Dar Koridor: Devleti Kim Yönetiyor? – Mete Kesim

 

Bu yazıda yapacağımız tartışma, bizi “Dar Koridor” kitabındaki ideolojik konumu sorgulamaya zorlayacak. Kitapta sunulan ana argüman, devlet ve toplum arasındaki mücadelenin ışığında ilerliyor. İddia, bir milleti müreffeh kılan şeyin, devlet ve toplumun sürekli olarak birbirini kendi çıkarları doğrultusunda zorlaması ve sonunda iş birliği yapması olduğu. Dolayısıyla devlet ile toplum arasındaki duvarlar arasında özgürlüğe giden dar bir koridor bulunmakta. Uluslar, gerek devletin çok güç kazanıp totaliter olmasından gerek de çok güçsüz kalıp anarşiyi önleyememesinden bu koridorda sıkışıp kalıyor. 

Acemoğlu ve Robinson, bütün yurttaşları için özgür bir ülke yaratmak amacıyla birbirleriyle rekabet eden güçlerin çelişkisinden ve bu çelişkilerden ortaya çıkan kurumlarla şekillenen bir tarih çizme iddiasında. Lakin bu tarih anlatısında devlet ve toplum yapılanmalarını betimlerken sadece çok yüzeysel ve yetersiz kalmakla yetinmiyor, küresel yayılmacılığı meşrulaştırma adına nafile bir çaba harcıyor. 

PİYASALAR ÜZERİNE 

Acemoğlu ve Robinson, küresel kapitalizmin ve piyasaların uluslararası entegrasyonunu tartışırken, bir ekonomik yönetimin diğerine karşı başarısının toplumun “kurumları” tarafından belirlendiğini iddia ediyor. Bu iddia çok muğlak. Aslında söylenen, günümüzde hukuk ve siyaseti kontrol eden kurumların serbest piyasa sisteminin yeşermesine zemin hazırladığı. Bunun yanında Avrupalı, Batılı toplumların kurumlarının piyasa sistemini uygulamada başarılı olmasının, bu toplumların “geleneklerinin” bireysel özgürlüklerin gelişmesine zemin hazırlaması nedeniyle olduğunu da ileri sürüyor. Ancak yazarlara göre bu hızlı veya kolay bir süreç değil ve “Kızıl Kraliçe Etkisi” olarak adlandırdıkları, geleneklerin ve kurumların geliştirilmesindeki ana ittirici olacak. Bu etkiyi devletin toplumsal yaşam üzerindeki kontrolünün genişlemesine yanıt olarak da toplumun “Leviathan’ı zincire vuracak”, devleti dizginleyecek gelenek ve kurumlarını geliştirmesi olarak yorumlayabiliriz. 

Robinson ve Acemoğlu’na göre kapitalizmin Avrupa’daki gelişimi tesadüf değil. Onlara göre insanların elitlere karşı mücadelesi, devletin öncelikle kişisel özgürlükler ve herkesi kapsayıcı bir ekonomik örgüt etrafında şekillenen gelenekler ve kurumlar yaratmasına yol açmıştır. Özgür ve müreffeh bir toplum yaratmada devletin rolü, mülkiyet haklarını koruyan yasalar yapmak ve katılmak isteyen herkesi kapsayacak bir piyasa oluşturmaktır. Toplumların mücadeledeki rolü ise devletin aldığı kararların dışlayıcı olması ve halktan çok devlet elitlerinin işine yaraması durumunda devlete karşı hareket etmektir. Burada herhangi yeni bir şey yok. Yazarlarımız, Adam Smith’ten beri süregelen bir serbest ticaret iktisadının özlemi içerisinde. Ancak Smith’in yazıları dönemin aristokratlarına karşı burjuvazinin gelişiminin önünü açan son derece devrimci bir tutum içerisindeyken; yazarlarımız günümüzde yüzyıllar boyu küreselleşmiş, güçlenmiş sermayeyi canla başla bir “totaliter devlet” öcüsüne karşı savunuyor. 

Kitapta halk hareketlerinin ve sendikalar ile siyasi partilerin yönlendirmelerinin öneminden bahsedilse de yazarlar bu dalgaların toplumu yeniden şekillendirecek devrimci niyetler taşımaktan ziyade devlet büyükleri ve çeşitli sınıflar arasında birlik sağlamaya çalışması gerektiğini vurguluyor. Artık halkı temsil etmekten aciz ve sadece ufak bir kesimin baskı mekanizmalarına dönüşmüş devletlerin yıkılmaları gerekmez mi? Hayır diyor yazarlarımız, bu anarşiye ve kaosa sebep olurmuş.  Hadi bakalım. 

ELEŞTİRİ 

Acemoğlu ve Robinson, Batı geleneklerini ve kurumlarını kapitalist gelişmenin ve özgürlüğün temel itici gücü olarak sunuyorlar. “Dar Koridor” argümanı ile “Protestan Çalışma Ahlakı” argümanı arasında bir paralellik kurulabilir. Kitabın ilk bölümünün Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” kitabından alıntılarla başlaması şaşırtıcı değil. 

Eski sosyalist ülkelerin, yatırımcıların uluslararası rahatlığını garantiye alan serbest-ticaret planlarıyla küresel pazara entegrasyonu kâğıt üzerinde tüm dünyada özgürlük için bir zafer olmalı. Öyle mi oldu? 

Devletsiz bir ekonomi, özellikle de devletsiz bir kapitalist ekonomi asla olamaz. Kapitalizmin ömrünü korumak için yasalara ve düzenlemelere ihtiyacı vardır, piyasalardaki değişikliklere rasyonel bir şekilde yanıt verebilecek aktörlere ihtiyacı vardır, ister iç ister dış olsun şoklar altında kendilerini düzenleyebilecek kurumlara ihtiyacı vardır. Fiyatlardaki düzenlemeyi piyasaya bırakan ve çeşitli piyasalarda yeni yatırımcılar için güvenli bir yer yaratmayı amaçlayan ekonomik planlama, daha sonra uygun bir şekilde “Şok Terapisi” olarak adlandırılacak olan, farklı ekonomilerde uygulanacak ana teşvikti. O vakit “Medeniyet” olarak adlandırılan şey, insanlara devletin toplumsal hayattan müdahalesini çekmesiyle demokrasi ve özgürlük vaat edecekti. Yanılmamak gerek; bu özgürlük ve demokrasinin ağır bedelleri var. Birçok ulusun ekonomik örgütlenmesi, kamu hizmetlerinin bu kadar hızlı bir şekilde özelleştirilmesini deneyimlemeye uygun değildi. Kamu harcamalarının ekonominin çok önemli bir bölümünü oluşturduğu sosyalist ülkelerin yaşayacağı serbest ticaret deneyiminin sonucu, bu ülkelerin asla kurtulamayacağı derin ekonomik durgunluklar olacaktı. 

Lakin eski Sovyet ülkeleri ve özellikle Rusya şok terapisinin acılarını çok derinden hissederken, Çin deneyimi böyle olmadı. Gerçekte, küresel serbest ticaret sistemine zorla entegre edilen diğer ülkelerin hemen hemen hepsinin aksine, Çin sonraki yıllarda nispeten hızla büyük bir güç haline gelecekti. 

ÇİN, LİBERALİZM VE PİYASA 

Çin’in küresel pazara entegrasyonunun ardından beklenmedik yükselişi, o dönem baskın olan neoliberal iktisat anlayışına karşı birçok soru ortaya çıkaracaktı. Çin’in ekonomik, finansal ve politik kurumları Batılı kurumlardan epey ayrı bir yön izleyecekti. Acemoğlu’nun tekrar tekrar altını çizdiği “toplumsal normlar” açısından da pek bir şey değişmeyecekti. Devlet yapılanmasının sınıfsal kökenlerini yok sayan, onu yöneten sınıflardan ayrı gören ve mücadeleyi yalnızca basit bir devlet-toplum (okurumuz Acemoğlu’nun toplumdan kastının burjuvazi, ama sadece ve sadece burjuvazi, olduğunu vereceğimiz örneklerle daha da iyi anlayacaktır) sürtüşmesine indirgeyen liberal siyasi anlayıştan da eser yoktu. 

Acemoğlu Çinlileri zayıf bir toplum olarak tanımlayıp reddederken ve Çin hükümetini despotik olarak nitelendirirken (Çin hükümetine karşı Acemoğlu’nun belirteceği sebeplerden dolayı olmasa da haklı bir eleştiri) piyasaya entegrasyon süreci devletin doğrudan müdahalesiyle Çin’de öbür ülkelere kıyasla daha sorunsuz ilerleyecekti. Bu müdahale halkın piyasa talebi nedeniyle olmayacaktı, aslında tam tersine halk kapitalist reformlara sert bir şekilde karşı çıkacaktı. Devlet, Dar Koridor’un 15. Bölümünde de önerildiği gibi işletmeler arasındaki rekabeti sağlamak için piyasada bulunmayacaktı, üretim sürecinin planlara göre işlemesini sağlamak için piyasada bulunacaktı. Dolayısıyla piyasa, sermayenin her türlü etkenden bağımsız oyun alanı olmaktansa liberal teorilere göre güya halkı temsil etmekle görevli devletin bir uzantısına dönüşecekti. 

Devletin sınıfsal çıkarlardan bağımsızlığı bu durumda sorguya açılıyor. Toplumların tarihsel evriminde nispeten yeni bir kavram olan devlet, eğer toplumsal yapılanmaları bizzat kontrol altında tutan bir baskı mekanizması değilse nedir?  Madem müreffeh bir toplum için devlet mekanizması gerekli, bu mekanizma niçin ekonomi kadar belirleyici bir etkeni kontrol altına almasın? Niçin piyasa devlet politikalarına göre şekillendirilmesin? 

Acemoğlu ve Robinson’un piyasa regülasyonlarına karşı attıkları özgürlük naralarının içi boş. Yazarlar “halkın” devlet mekanizmasını kullanamamasına kızmıyor, bu mekanizmanın bütün düzenlemelerden zincirleri koparmış bir sermaye oluşturmamasına kızıyor! Bir toplumu sınıfsal niteliklerine hiçbir vurgu yapmadan sadece bir insanlar bütünü olarak betimleyerek sanki bir işçiyle patronunun, bir köylüyle toprak ağasının ekonomik çıkarları birmiş gibi davranıyor. Ve böylece; sanki burjuva demokrasisi gerçekten işçileri temsil edebilirmiş; sermayenin hukuk, ekonomi ve politika üzerindeki koşulsuz diktası bütün bir topluma iyi gelebilirmiş gibi bir sonuca varıyor. 

Onlara göre zaten sınıfsal bir çıkar çatışması, sermayenin yönetimini güçlendirdiği sürece ideal. Çin bürokrasisi yabancı sermayeyi ülkeye sokmuyor mu? Giyotinleri çıkarın millet, çünkü despot bürokrasiyi indirip yerine özgürlükçü burjuvaziyi getireceğiz. Çin ekonomisinin işçi sınıfından iyice kopmuş bağımsız bir bürokrasi tarafından yönetiliyor olması yazarlarımızı hiç de rahatsız etmiyor. Bütün bir ekonominin artı değerine bu sefer patronlar değil de devlet adamları tarafından el koyulması, bu işin ucu dönüp kendi ulusal sermayelerine vurmadıkça zaten umurlarında değil. Hepsini geçtik, yazarlarımızın bu sermaye için özgürlük ve demokrasi çağrıları, dünyanın bütün sermayesini kapsayacak bir uluslararası değer de barındırmıyor. Çünkü Daron Acemoğlu ve James Robinson için (tam da günümüze kadarki bütün liberal düşünürlerden bekleneceği gibi) kendi ulusal sermayelerine rakip olabilecek, piyasada onlara bir alternatif olabilecek bütün ekonomiler düşman ekonomilerdir. Bu yüzden bütün bir kitap boyu “Batılı toplumsal normlar” öne çıkarılmakta ve dünya için tek umut olarak parlatılmaktadır.  

KISACASI 

Burjuva tarihçileri, günümüzde zuhur eden pek çok toplumsal fenomeni eleştirel bir şekilde ele almaktan yoksunlar. Öyle ki, devlet gibi bütün bir karmakarışık kurumlar ve ilişkiler sisteminin kökenini muğlak ve idealist açıklamalarla bulmaya çalışacak kadar; felsefenin, politikanın, toplumların gelenek ve göreneklerinin onları çevreleyen bütün bir maddi ilişkiler bütünü etrafında şekillendiğini göremeyecek kadar körler. Fikirler gökten düşmez, yoktan var olmazlar. Yöneten sınıflar, toplumda her kendi iktidarlarını tehdit edecek devrimci bir tehdit gördüklerinde dikkatleri manevi değerlere ve maddi koşullardan bağımsızlık arayan fikir çerçevelerine çekmeye çalışarak ortamı bulandırırlar. Marksistler, bu nafile denemelere ancak gülüp geçerler. Çünkü onlar, dünyayı yalnızca kendilerini çevreleyen bütün bir maddiyat bağlamında yorumlayabileceklerini ve onu değiştirme amacıyla ilerlemeleri gerektiğini bilirler.