Uyuşturucu Meselesine Genel Bir Bakış – Rasih Can

 

Bugün, uyuşturucu sorunu neredeyse tüm dünyayı etkilemektedir. Bu sorun tüm dünya ve Türkiye’de artık hayatın başat sorunlarından biri olarak durmakta. 2021 yılı Dünya Uyuşturucu Raporu’na göre; 2019 yılında 15-64 yaş grubundaki yaklaşık 275 milyon kişi, yani her 18 kişiden 1’i en az bir kere uyuşturucu madde kullanmıştır. Bu bulgu 15-64 yaş grubu arasındaki toplam dünya nüfusunun yüzde 5.5‘ini oluşturmaktadır. BM’nin Uyuşturucu ve Suç Dairesi (UNODC) tarafından hazırlanan yeni raporda dünya genelinde en popüler uyuşturucu olan esrarın 228 milyon kişi tarafından kullanıldığı belirtildi. 60 milyon kişinin opioid, 30 milyon kişinin amfetamin, 23 milyon kişinin kokain, 20 milyon kişinin ise “ekstazi(şeker)” kullandığı belirtildi. 

 

Türkiye’nin jeopolitik konumu gereği uyuşturucu ticareti, önemli bir noktada duruyor. Avrupa kıtasında üretilip dağıtılmakta olan ‘kokain’ maddesinin Ortadoğu ve Asya’ya dağılışında, ‘metamfetamin’ adlı maddenin Ortadoğu ve Asya’da üretilip Avrupa ve Amerikaya taşınması noktasında önemli bir rol taşıyor. 

 

Sadece dağıtım açısından değil, aynı zamanda Türkiye’nin birçok noktasında da uyuşturucu üretiliyor. Unutulmamalıdır ki bu raporlar sermayeye hizmet eden, sermayenin kontrol altında tuttuğu raporlardır. Egemen sınıfın taraflı hazırladığı raporlara göre bile bu sayı dehşet verici. Kullananların önemli bir kısmı gençlik nüfusu. Devlet gençliğin mücadeleye atılmasının sisteme verdiği zararlarını tarihsel deneyimlerle ders edindi. Mücadeleye yığılan genç kitleler, sorgulayan ve düşünen nesiller egemen sınıflar için her zaman bir tehdit olmuştur. İktidarlar sorgulayan ve mücadeleye atılan nesiller yerine, uyuşturucu ile kendini eritmiş bir nesil yaratıyor. Uyuşturucunun ve ticaretinin yaygınlaşması, burjuvaziye kâr sağladığı ve onların istediği gibi bir toplumu yaratmaya hizmet ettiği için, kapitalizm açısından uyuşturucu bir sorun değil, tam tersine bulunmaz bir nimettir. 

 

BM Raporunda bile Türkiye “captagon” ve metamfetamin uyuşturucuların ticaretindeki geçiş noktalarından biri olarak göze çarpıyor. Bu hususta Türkiye’nin ticarette oynadığı rol egemen sınıf açısından iştah kabartıcı. Ağzının suyunu karlı yatırımlarla sulandırmış iktidar ve sermaye, uyuşturucunun hem ülke içerisinde üretip satılmasında, hem de diğer kıtalara ticareti sırasında akıl almaz paralar kazanıyor. Kapitalizmin doğası her şeyi meta haline getirip ondan kendi tarafının yararına pay çıkarma eğilimindedir. Egemen sınıflar bunu da iştahlı para kazanma amaçları olarak görüyor ve bu ticaretlerden, toplumsal insan sağlığını hiçe sayıp bolca para kazanıyorlar.

En çok eroin maddesinin yakalandığı ülkeler arasında Türkiye de yer alıyor. Türkiye, Pakistan ve İran 2019’da toplam pazarın %48 ini oluşturuyordu. Ayrıca Türkiye’de 2018’de 564 kg metamfetamin yakalandı.Bu miktar, AB ve diğer Batılı ülkelere kıyasla hayli fazla. Uyuşturucu ticaretinde medyaya yansıyan bu sayılar içeri sokulan uyuşturucunun çok küçük bir kısmını yansıtıyor. Çünkü uyuşturucu ticaretinin asıl püf noktalarından biri de küçük bir miktarı yakalatıp, büyük payı içeri sokmaktır. Bol miktarda sokulan uyuşturucu, piyasada dağılması ve bitmesi için her yaş grubuna satılmaktadır. Dünya genelinde uyuşturucuyu ilk defa kullanma yaşı 12-16 iken, Türkiye’de bu yaş aralığı 8-9’a kadar düşmüş durumda.

Devletin Rolü

 

Türkiye’de AKP-MHP iktidarını düşünecek olursak, uyuşturucu ticaretinde devletin rolünden bahsetmemek büyük bir hata olur. Uyuşturucu çetesinin tasfiye olma haberlerine kimse şaşırmayacak duruma geldi. Son dönemde buna örnek verilebilecek olan Ayhan Bora Kaplan’ın başını çektiği uyuşturucu çetesinin yapmış oldukları yasa dışı faaliyetler haberlerle gündem oldu. Bu skandal gelişmeler ve örnekleri bolca bulunan karanlık yapılar buzdağının görünen kısmını ortaya koyuyor. Global uyuşturucu ticareti ve transferinde önemli pay sahibi olan çeşitli mafya gruplarının Türkiye’de ikamet etmesi, aralarında yaşadıkları kanlı çatışmalar da hesaba katıldığında bunların bir tesadüf olmadığı ortaya çıkıyor. Türkiye’de uyuşturucu ticaretine yön veren bilinen isimlerden bir kaçı; Sedat Peker, Alaattin Çakıcı gibi isimlerin Ülkü ocakları kökenleri olması iktidar ortağı olan MHP’nin de ne denli bir rol oynadığını gün yüzüne çıkarıyor. MHP genel başkan yardımcısı Semih Yalçın’ın kendi sosyal medya hesabından yayınladığı fotoğrafta Sedat Şahin ile Devlet Bahçeli’nin tokalaştığını görmüştük. Şahinler olarak bilinen bu mafya grubu, Türkiye’nin önde gelen mafya örgütlerinden birisidir. Defalarca müebbet cezası almasına rağmen, kararlar bozulmuş her kararı bozulan mafya lideri gibi o da MHP Genel Başkanı ile tokalaşmaya gitmişti. Sinan Ateş cinayetinin sanıklarından Doğukan Çep’in, uyuşturucu ile mücadele veren Hasan Ferit Gedik cinayetinde de 35 yıl 4 ay kesinleşmiş hapis cezası bulunuyor. Uyuşturucu ile mücadele veren genç bir devrimcinin cinayetini üstlenen Çep’in bu ticareti yapmadığını söylemek gerçek dışı olur.

 

Türkiye coğrafi,tarihsel ve toplumsal özellikleri bakımından geleneksel bir mirasa sahiptir. Zamanında Osmanlı İmparatorluğu, başta gelen afyon üreticisi ve bunun dağıtıcısı durumundaydı. Cumhuriyet kurulduktan sonra da bu miras üzerine konularak devam etti. Afganistan kökenli eroinin ve türlü maddelerin Avrupa’ya geçişinde bir köprü olma niteliği taşıyan bu ticaretler devlet kontrolünde oluyordu. Mehmet Ağar, Hiram Abas, Abdullah Çatlı, Mehmet Eymür gibi devlet bünyesinde çalışma yürüten isimler – 1980 Darbesine giden süreçte ve sonrasında yükselen işçi hareketinin önüne geçilmesi konusunda rol alan isimler olduğunu da hatırlatmak gerek- uyuşturucu ticaretlerinin egemenler adına kullanılmasında ve sol hareketin bastırılmasında her türlü kanlı ve pis işler yaparak işlev gördü.

 

Devrimcilerin ve sol grupların güçlü olduğu emekçi mahallelerin, işçi mevzilerin düşürülmesinde devletin bu yerlere uyuşturucuyu sokması da etkindir. Ankara’da, Yenidoğan, Çinçin, İstanbul’da; Gazi, Gülsuyu Mahallesi gibi birçok örnek verilebilir. Bu mahallelerde sol yapıların güç kaybetmesi devlet projesi olarak uyuşturucu sokulmasıdır. Geçmiş dönem İçişleri Bakanlığı yapan Süleyman Soylu’nun her yeraltı mafyatik isimlerle fotoğrafının olması sıkça sosyal medya tarafından servis edilmişti. Soylu’nun 1.3 ton uyuşturucu taşırken yakalanan uçağın sahibi ile fotoğraflarının olması tesadüf değildi elbette. Sadece Soylu’nun şahsında yapılan bir hareket değildi bu. Devlet bürokrasisinde içişleri bakanının kriminal bağlantılarının olması ve mafya-çetelerle içli dışlı olmasının bu bağlantıların devlet tarafından yapıldığının simgesidir. Soylu’nun şahsında yürüyen bir ilişki olsaydı, elbette sorun önemli ölçüde son bulurdu. Soylu tasfiyesi sonrası da çetelerin bu denli cirit atması sorunun devlette ve sistemin kendisinde olduğunun bir işaretidir. Giderek artan ekonomik ve siyasi sıkışma AKP-MHP rejiminin elindeki devlet Türkiye’nin uyuşturucu rotasına sürüklemeye, bu global ticarette daha fazla bir pay sahibi yapmakta büyük bir heves uyandırdı. Karanlık işlerin bu denli göze çarpması sadece iç kamuoyunun dikkatini çekmedi. ABD Uluslararası Narkotik Kontrol Strateji Raporunda; Avrupa’ya kokainin Türkiye’den geldiği yazıldı. Bir başka Avrupa Kokain Hattı başlıklı yazılı bir raporda; Latin Amerika’ya gelen kokainlerin İzmir, Mersin ve Kocaeli’den geldiği yazılıyor. Hükümetin yine bir aldığı kararla, ‘Varlık Barışı’ kararnamesiyle beraber Türkiye’yi kara para aklama cennetine dönüştürdü. Bu kararın altında yeraltı çetelerin, mafyaların önü açılmış oldu. Silah kaçakçılığı, insan kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti yapsanız da fark etmez, yeter ki sermaye gelsin. Kararla beraber paranın kaynağının sorulmayacağı, sorgulanmayacağı, soruşturma açılmayacağı sıfır yada sıfıra yakın vergi alınacağı belirtildi. Musluğu sonuna kadar sermayeye akıtan Türkiye ekonomisinin önemli bir bölümünü uyuşturucu ticareti oluşturuyor. 

Kampüslerdeki yeri

 

Türkiye’de yaşanmakta olan hiper-yoksulluk yaratmış olduğu bunalım gençliği kaygıya, geleceksizliğe ve mutsuzluğa sürüklüyor. Gittikçe derinleşen yoksullaşma, gençlik üzerinde de bir karanlık gibi her geçen gün çöküyor. Milyonlarca öğrenci; açlıkla, yoksullukla, stresle, gelecek kaygısıyla, barınma sorunuyla, niteliksiz eğitim vb. sorunlarla boğuşmak zorunda kalıyor. Yoksulluğun hızlı artışı milyonlarca genç kuşak için hayatı gittikçe dayanılamaz hale getirdi. Geleceğe dair umutlar; torpille, işsizlikle ve daha birçok sebeple yitiriliyor. 

 

Neoliberalizm ile beraber bireyciliğin, bencilliğin öne çıkması acımasız ve rekabetin daha hakim olduğu bir toplum yarattı. Bunun genç topluma yansıması; kaygı bozukluğu, umutsuzluk, kendi kurtuluşunun aramanın yarattığı çıkmaz oldu. Bu karanlık tablo öğrencilerde bir karamsarlığa yol açmaktadır. Yaşanan karamsarlığın bir başka yansıması da kampüslerde yaygın olarak uyuşturucu kullanılması. Sistem eliyle de yürütülen bu uyuşturucu ticareti üniversiteleri kuşatan faşist yapılar aracılığı ile de yapılıyor. İktidar ortağı olmanın getirdiği özgüven ve cezasızlık politikalarıyla beraber ülkenin her alanına nüfuz eden bu faşist çete yapılanmaları, kampüslerde gençliğin önündeki en büyük engellerden biridir. Üzerinde oluşan baskıyla beraber genç nesiller iç sıkıntısıyla bedenine zarar verme, intihar eğilimi veya geçici bir rahatlama, mutluluk sağlayan(!) uyuşturucu tuzağına düştü. Uyuşturucunun devlet eliyle her mahalleye, her okula sokulması kolay erişilebilir hale getirdi. Üniversite kampüslerinde faşist hareketin güçlü olması, bu durumu tetikleyen bir olgu haline getirdi. Örgütsüz ve bilinçsiz olan gençliğin uyuşturucunun pençesine takılması zor olmadı. Gençliği kapitalizm ile mücadeleden alıkoymak isteyen egemen sınıf uyuşturucu maddeleri de bir paravan araç olarak kullanıyor.

 

Burada sözü geçtiğimiz günlerde sosyal medyada süren uyuşturucu ile ilgili tartışmalara getirmekte fayda var. Uyuşturucu meselesini bireysel özgürlük olarak gören, legal olmasını savunan soldan (?) bir bakış açısına prim vermek uyuşturucun toplumsal etkilerini genç kuşaklara verdiği zararı – egemenlerin işine gelecek şekilde – görmezden gelmek manasına gelmektedir. Uyuşturucu konusuna bakış açımız mutlak bir uyuşturucu karşıtlığıdır.

 

Kendi geleceğinden bir umut ışığı görmeyen gençler, bu geleceksizliğin değişimine dair bir inanç beslememektedir. Gençlik kampüsleri aşarak hayatın her alanında örgütlü sosyalist mücadelenin içinde olduğunda bu karamsar ve yozlaşmış tablonun esamesi okunmayacaktır. 

 

Sonuç Yerine

 

Kapitalizm, özellikle işsizliğin ve yoksulluğun en yüksek olduğu yerlerde büyük acı gölleri, büyük stresler ve sefalet yaratır. Şiddetli rekabet, yıkıcı kişisel çıkar ve ezici can sıkıntısı, yaratıcı enerjiyi emen ve insan ilişkilerini bozan sistem tarafından beslenir. İnsanları kendi insanlıklarına yabancılaştırır. Sistem işçileri emeklerini satmaya zorlar, böylece iş onun öz varlığına ait olmaz. Başkasına aittir benliğin kaybıdır. Uyuşturucu kullanan sadece hayatta mana sorunu, geleceksizlik ve kaygı bozukluğu yaşayan gençler değil iş hayatına atılmış veya işsiz kalmış her kesimin sorunudur. Sistemin yaratmış olduğu sıkıntılar neticesinde, insanlar hayat içerisinde bunalım yaşar. Geçiçi mutluluk veya stresten kurtulma, pazardan satın alınabilecek bir meta haline gelir. Ancak etki geçince acı daha şiddetli geri döner ve kendisi de dahil olmakla beraber tüm çevresi bu sıkıntıları çeker. Kimyasal rahatlama anlayışı, anlamını yitirmiş hayata bir odak noktası sağlar. Kapitalizmin ve burjuva devletlerin bu sorunu çözme gibi niyetleri yoktur. Çünkü toplumun düştüğü durumdan ve bu ticaretten çıkarları vardır. Söz konusu para getiren işler olunca, sermaye sınıfı insan canını hiçe saymaktan geri adım atmıyor. Egemenlerin yürüttüğü bu politika ölüme sürüklüyor. Uyuşturucu kaynaklı ölümlerin sayısı her geçen gün artıyor. Yaşayanların üzerinde de kalıcı etkiler bırakıyor. Bu bataklığa düşmek bir çözüm, bir alternatif değildir. Hayata geçici çözümler üretecek bir odak noktası aramak, karanlıkta kaybolmak ile eşdeğer anlam taşır. Sosyalizm mücadelesi, insanların hayatına yeniden anlam katma mücadelesidir. Gençliğin hayatını ve yaşamını, bu çürümüş sermaye düzenini yıkmaya ve pisliklerini temizlemeye adamak kadar onur taşıyacak başka hiçbir yol yok.  Küçük yaşta çocukların, gençlerin, işçi kesimlerinin uyuşturucu bataklığına düşmemesinin yegane yolu devrimci mücadeledir. Sermayenin ve faşist ortağı MHP’nin düzen içerisinde güçlü olduğu koşullarda toplum uyuşturucuya eğilimleniyor. Gençliğin mücadeleye atılmasının onuru ve sınıf mücadelesinin seyri ile toplum uyuşturucunun yarattığı yozlaşmadan arınacaktır. Uyuşturucu yoksul kesimlerin başına düşmüş bir ateşken, sermaye için yanan bir meşaledir. Bu meşaleyi söndürecek, kökünden kurutacak tek alternatif sosyalizmdir. Rosa Luxemburg’un bizlere hatırlattığı gibi, Ya Sosyalizm, Ya Barbarlık: başka bir çıkış yolu yoktur.