İsrail, Filistin’de katliama devam ederken Ortadoğu çapında bölgesel bir savaş çıkartmak için de elinden geleni yapıyor. Peki sosyalistler Filistin ile dayanışmak, Ortadoğu genelinde yayılan emperyalist savaş ve işgale karşı çıkmak için nasıl bir mücadele örgütlemeli? Bu konu geçtiğimiz mayıs ayında Nakba’nın yıldönümünde gündeme gelen İslamcılarla ittifak doğru mudur tartışmasında ete kemiğe bürünmüştü. SEP, sosyalistlerin Filistin ile dayanışmak için düzenlediği eylemlere İslamcıların da ortak edilmesine tepki göstererek eylemden çekilmişti.
Bu tartışmanın üzerinden neredeyse iki ay geçtikten sonra Hüseyin Arif imzalı bir yazı genclikkomiteleri.org sitesinde “Temsilci Siyaseti Aşmak için: Filistin’de Düşüp Dövüşene Selam Yollamak Mümkün mü?“ başlığıyla paylaşıldı. Yazıda İslamcılarla ittifakı reddeden sosyalistlere temelde 3 eleştiri getiriliyor: Laiklik takıntılı olmak, hareketsizlik/siyasetsizlik ve kendi temsilini pratik faydanın önüne koymak.
Bu yazıyı bazı noktaları berraklaştırmak için fırsat olarak değerlendirebiliriz:
- Şuradan başlayalım: Hüseyin Arif cihatçılarla ortaklığa itiraz eden sosyalistlere epey içerlemiş ki sosyal medyada makalesini duyurmak için yazdığı girişte muhataplarına “kimi solcu lavuklar” ifadesini kullanacak kadar çirkinleşmiş. Bu çirkin tarz, sol kültüre yabancılık ya da hadsizlik/şımarıklıktan ötesidir. Burada altta yatan basbaya sol düşmanlığıdır. “Denizlerin Yolunda Filistin’in Yanında“ sloganının dahi küçümsenmesi aynı psikolojinin bir ürünüdür. Bu cüreti kendisine verenler İslamcılarla iş tutan sol gruplardan başkası değildir.
- Hüseyin Arif, yazı boyunca Direniş Çadırı gibi cihatçı şebekelerle ortak bir cephe oluşturmayı reddedenlere hayret ediyor, sinirleniyor, bir sürü kulp takmaya çalışıyor. Vurgulamaya hiç gerek yok belki ama yine de üç maymunu oynamak isteyenlere hatırlatalım: İslamcılar Endonezya’dan Nijerya’ya tüm Müslüman coğrafyada emekçi halka, gençliğe, kadınlara, LGBTİ’lere, tüm azınlık kesimlere kan kusturmuştur. Türkiye’de de AKP ve türlü türlü İslami cemaatlerin halka yaşattıkları ortadadır. Hal böyleyken sosyalistlerin İslamcıların şu ya da bu fraksiyonu ile iş tutması tutarlı sosyalistler için söz konusu bile olamaz. Tutarlı sosyalistler, değil İslamcılarla, hiçbir sağcı güçle ittifak yapmaz. Dahası sosyalistler İslamcılarla ittifak kurdukları takdirde geniş kitlelerde hayal kırıklığı ve şüpheye sebep olacaklardır.
- Müslüman ülkelerde yapılan Filistinle dayanışma eylemlerinin Batıdakilerin çok gerisinde kalması üzücüdür, ama şaşırtıcı değildir. Müslüman coğrafyada İslamcılara karşı büyük bir tepki var. Hamas’ın Filistin ulusal direnişinde başı çekmesi, İran’ın oyun kuruculuğu, Erdoğan’ın sahte Filistin yanlılığı vb Müslüman coğrafya boyunca Filistin ile dayanışma için kırıcı bir etken olmaktadır. Bu durum Türkiye’de de yaygın olarak gözlenmektedir. Geniş kitlelerdeki bu geri durma tutumunun üstesinden gelmek gerekir ama bu İslamcılarla kol kola girerek değil tersine ancak ve ancak bağımsız sınıf çizgisiyle mümkün olabilir. Ancak kendi bayraklarımız, kendi sloganlarımız ve kendi hedeflerimizle kitleleri ikna edebiliriz.
- Laiklik konusuna gelince. Sınıflar üstü bir “anti-emperyalizm” nasıl hatalıysa sınıflar üstü bir laik cephe de hatalıdır. Yani sağlı, sollu, liberalli, burjuvalı bir laik cepheciliğe karşı olmak gerekir. Laik-muhafazakar kutuplaşmasına da, kimlik/kültür/yaşam biçimi siyasetine de karşı olmak gerekir. Hangi kültür ve yaşam biçiminden olursa olsun emekçilerin birliği mücadelesi verilmelidir. Partimiz başından beri bu noktayı vurgulamaktadır. Yıllardır polemik yaptığımız Kemalist soldan ayrıldığımız nokta budur. Diğer taraftan İslamcılara karşı olan tüm solu Kemalizm torbasına sokmaya çalışan kurnazlık peşindeki Hüseyin Arif’in maskesi burada düşmektedir. Bizler Kemalizmin etkisine ve laik cephe anlayışına karşı uzun yıllardır ideolojik mücadele verdik, veriyoruz; ama laikliğin kıymetli olduğunu da asla akıldan çıkarmadık. Laiklik solun evrensel değeridir. Marksizm Aydınlanmayı içererek aşmıştır. Marksistler Aydınlanma aşamasına takılıp kalmazlar ama Aydınlanmayı reddeden (demodeymiş!) post-modern gericiliğe de pabuç bırakmazlar. Ayrıca unutmayalım egemen sınıfın bir kanadı laikse bir kanadı da İslamcı ve muhafazakardır. Bizler için gerçek laikliği kazanmanın yolu kent yoksullarını örgütlemek, çoktan holdingleşmiş İslami cemaatlerin buralardaki etkisini kırmak ve bunun yolu olarak da muhafazakar emekçi bölgelerinde sınıf mücadelesini yükseltmektir. Yani anahtar sınıf mücadelesidir.
- “Direniş Çadırı’na karşı alınan tutum bizzat bunu işaret ediyordu. Fakat anti-emperyalist mücadelenin tek bir temsilini dayatamazsınız, hele ki fiili gücü temsil gücüne yetmeyen bir kampsanız.” Hüseyin Arif, anti-emperyalist bir cephe oluşturmaktan dem vuruyor. Oysa emperyalizm kapitalizmin en yüksek aşamasıdır. Yani anti-kapitalist olunmadan anti-emperyalist olunmaz. Bu yüzden İslamcılar anti-emperyalist değildir. Konjonktür gereği ABD ile çatışır, konjonktür değiştiğinde ABD ile iş tutar. Filistin davası uzun yıllar boyunca solun liderliğindeyken Filistin İslamcıların umrunda bile değildi. Tıpkı bugün Kürtlerin acılarının İslamcıların umrunda olmaması gibi. Diğer taraftan salt İsrail karşıtlığı anti-emperyalizm için yeterli ise ABD-Rusya gibi güçlerle savaşan IŞİD de antiemperyalist bir müttefik olarak pekala görülebilir yazara göre. Kaldı ki İslamcılığın tarihinde emperyalizmle iş tutmanın sayısız örneği vardır. Geçmişe ya da uzaklara gitmeye gerek yok. Suriye’ye bakalım. ABD-İsrail-Türkiye cephesi Suriye’de rejim değişikliği için devreye girdiğinde asker olarak İslamcıları kullanmadı mı? Emperyalizm destekli İslamcı çeteler rejimi yıksaydı Nusayri azınlığa soykırım yapmayacaklar mıydı, Hristiyan azınlık etnik temizliğe uğramayacak mıydı? Şimdi bazı aklı evveller kalkmış sosyalistlere cihatçılarla işbirliği dayatıyor!
- İslamcılarla anti-emperyalist birliktelik zokasını İran tarihinden hatırlamalıyız. İran’da şaha karşı verilen mücadelede sosyalistler SSCB’den gelen telkinlerle beraber Humeyni’yi anti-emperyalist bir ilerici olarak değerlendirdiler. Ve bu hatanın trajik sonucunu biliyoruz: Mollalar on binlerce solcuyu doğradı, halen de katletmeye devam ediyorlar. Solcular, laiklikler, kadınlar, gençler, ezilen halklar nefes bile alamıyor. İran devriminin İslamcılar tarafından çalınması öyle bir yenilgi oldu ki İran halkı bunun acısını en feci şekilde çekmeye devam ediyor.
- Hüseyin Arif sosyalistleri hareketsizlikle eleştiriyor. Ama işin doğrusu “hareketçilik”, hareketsizlik konusunda pek bir fikri yok. Sınıf perspektifini umursamadan “hareketin” peşinde oradan oraya savrulan hareketçiler madde bağımlısının yoksunluk yaşaması gibi bir hareketin içerisinde olamadıklarında büyük çöküntü yaşarlar. Bu yüzden peşine takılacakları hareketleri arayıp dururlar ve doğal olarak ilke ve prensipler rahatlıkla feda edilir. Direniş Çadırı gibi keskin cihatçılarla birlikte ortak hareket yaratma hevesi de bu savrulmaların en uç biçimlerinden birisidir. Hareketçi sol oluşumların ideolojik donanımlarının zayıf olması da aslında hareketçilik lehine yapılan bir tercihtir, çünkü teori onlar için ayak bağıdır.
- Pratikte Filistin mücadelesine etki edememek ve temsili düzeyde Filistin eylemselliğinde kalmak eleştirisine gelince; Sosyalist solun etkili kampanyalar yapmak için İslamcılara ihtiyacı yoktu. Hüseyin Arif’in Filistin İçin Bin Genç üzerinden başarı diye ortaya koyduğu düzey, sosyalistlerin kendi güçleriyle gayet de gerçekleştirebileceği bir düzeydi. Nitekim bu yönde oluşturulmuş önemli birliktelikler, İslamcılarla işbirliği konusunda ideolojik krize girene kadar anlamlı işler ortaya koymuştu. Bu yoldan ilerlenmesi gerekiyordu. Umarım bu ortak çaba kendisini yeniden toparlayacaktır. Hüseyin Arif’in böbürlenerek anlattığı işleri küçümsemiyoruz ama sonuçta İslamcılar dahil oldu diye ortak eylemlerine binlerce kişi katılmadı, grevler örgütlenmedi… Sosyalist yapılar bayrakları karıştırmadan kendi bağımsız sloganları ve bayraklarıyla kendi kampanyasını enerjik bir şekilde ortaya koymalıdır. Ayrıca, “kendi temsillerini büyütme derdindeler” eleştirisi bir gerçeği atlıyor: Beğenir ya da beğenmez, işine gelir ya da gelmez, şurası kesin ki emperyalist kapitalist sistemin yegane alternatifi sosyalizmdir. Bu yüzden sosyalistlerin kendi hegemonyasını oluşturması, kendi temsiliyetlerini güçlendirmesi tarihsel önemdedir. Temsil siyaseti dediği şeyle pratik etkiyi birbirinin karşısına koymanın anlamı yoktur. Taktıkları at gözlükleri yüzünden bugünkü güç dengeleri dışında bir gelecek göremeyen, siyasi ilkelerini de buna göre kolayca hamur gibi yeniden şekillendirebilenler neticede toplumun devrimci dönüşümü çabasını pratikte yadsımaktadır.
- Sürekli öne çıkarılan bir hususu da aydınlatmak gerekiyor. Filistin’de soykırım boyutlarına varan son derece yakıcı ulusal sorundan ötürü Filistinli solcular ve Hamas gibi örgütler birlikte hareket ediyorlar. Bu son derece özel durumu alıp bu birlikteliği tüm ülkelere model olarak göstermek şark kurnazlığından başka birşey değil. Yani bizler sınıf mücadelesinin yasalarını, tüm tarihsel deneyimi ve Türkiye’nin yakın tarihini bir yana bırakalım ve sizin peşinizden gidelim! Şimdi biz de Müslüman coğrafyada İslamcıların sosyalistlere, solculara, demokratlara, laik aydınlara, feministlere, LGBTİ’ye, hayvanlara yaptıklarından örnekler mi verelim!
- Yazar İslamcı örgütlerle işbirliği yapmayı reddettiğimiz için bizleri devlet temsili ile suçlayacak kadar uçmuş. Kafalar güzel gerçekten. Acaba tam tersi olmasın! Bu arkadaş emniyet, istihbarat gibi kolluk birimlerinin ve genel devlet katının çeşitli İslamcı cemaatlerce doldurulduğu AKP Türkiye’sinde İslamcılara karşı çıkmayı devlet temsili olarak sunuyor. Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış. Aklı başında olan herkes devletin sosyalistlere olan özel düşmanlığını tersinden İslamcılara karşı AKP’yi de aşan hoşgörüsünü bilir ve söyler.
- Siyasal İslamın anti-komünistliği ve sol düşmanlığı akıldan çıkarılmamalı ve onunla ideolojik olarak mücadele etmeliyiz. Ama cihatçı şebekelerle iş tutan solcuların mezhepleri o kadar geniş ki, İslamcıların yeşil bayrak gibi şeriat sembolizmlerini bile çok sıradan bir temsilmiş gibi savunuyorlar. Zamanında AKP’yi demokrat olarak parlatan, siyasal İslamcıları şirin müttefikler olarak gösteren sol liberal çevreler, kullanışlı aparatlar olarak RTE’ye hizmet etmişti. Siyasal İslamcıları örtük ya da açık şekilde parlatan bu kesimler bugün de bitmiş değil. Bu sefer Filistin meselesiyle gündeme geliyorlar. Siyasal İslamın bir “dava” olarak sıfırı tükettiği bir tarihsel anda onlara yeniden bir saygınlık atfeden her türlü hareket sınıf mücadelesine zarar veriyor. İslamcıların değirmen suyuna girmek, Direniş Çadırı gibi oluşumlarla iş tutmak sadece ve sadece uzun yıllardır moral çöküntü yaşayan, kandırmacadan da ibaret olsa bir ideali kalmayan İslamcılara meşruluk ve prestij katacaktır. Bu yüzden de bağımsız sınıf perspektifi hava gibi su gibi kıymetlidir.