Türkiye genç nüfus oranının yüksek olduğu ülkelerden bir tanesi; ancak hayat şartlarının her geçen gün daha da zorlaştığı Türkiye’de genç olmak avantaj değil dezavantaj. Türkiye’de çocuk olmak demek sokakta oyun oynadığı için darp edilmek, tacize, tecavüze uğramak, basit ihmallerden doğan kazalara kurban gitmek ve acımasızca öldürülmek; veya daha şanslı olanlar (!) için ise okula gitme ya da oyun oynama hakları ellerinden alınıp çok küçük yaşlardan itibaren çalışmak zorunda bırakılarak sistemin kölesi olmak, ev geçindirmek demek. Yaşamı çocuklar için cehennem haline getirenler ise adaletin pençesine takılmadan dışarıda ellerini kollarını sallayarak gezme özgürlüğüne sahip. Dün 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü idi; ancak ortada çocuk işçiliğini ortadan kaldıracak hiçbir mücadele olmamasının dışında çalışan ya da açlığa mahkum edilen çocukların akıbeti iktidarın ilgilendiği konular arasında değil.
Türkiye’de bu denli fazla çocuk işçinin olmasının yanında birçok üniversite mezunu işsiz ya da gündelik işlerde çalışıyor. Gençliğin açlığa ve yoksulluğa mahkum edilmesinin yanı sıra bu sene öğrencilerin üniversite sınav tarihinin salgından dolayı önce ileri bir tarihe ertelenmesi sonra öğrencilerle alay edercesine tekrardan bir ay öne çekilmesi ve daha önemlisi hala salgın devam ederken binlerce öğrencinin hayatının tehlikeye atılma sebebinin ise turizm şirketlerinin talebi olması gençliğe verilen değerin çok çarpıcı bir açıklaması.
Her geçen gün insanca bir yaşamdan ve hayallerinden bir adım daha uzaklaştırılan gençler ise aslında ülkenin kaderini elinde tutuyorlar. Gezici Araştırma Merkezi’nin Türkiye genelinde 12 ilde yaptığı Z kuşağı anketine göre 2023 seçimlerinde her beş seçmenden biri Z kuşağı yani milenyum sonrası bireyler olacak ve 2018 seçimlerinde ilk defa oy kullananların %76,6 sı Cumhur İttifakı’na oy vermedi. Z kuşağının hayata bakış açısı ve siyasi tercihlerinin yer aldığı ankete göre gençlerin artık baskılara ve adaletsizliklere karşı daha duyarlı olduğunu söylemek mümkün.
Diğer sonuçlar ise çarpıcı:
- Gençlerin “%17’si namaz kılıyor, %28,5’i inançsız ve tamamı eşitlik istiyor”
Geçmişten beri din egemen sınıfların alt sınıfları kontrol altında tutmak için kullandığı bir alet işlevi gördü ve hala da öyle; ancak gençliğin dine ve dogmatik düşünceye verdiği değerin azalması artık egemen sınıflar tarafından dayatılmaya çalışılan kadercilik algısının işlemediğinin bir göstergesi. AKP yıllardır dindan ve kindar bir nesil yaratma projesi doğrultusunda adım atıyor ancak sonuç alamadığı kesin.
Günümüzün bir gereği olarak sadece Türkiye’de değil tüm dünyada her şeye olduğu gibi inanmayan, sorgulayan ve araştıran ve bunun yanı sıra bir şeyleri değiştirmek için harakete geçmekten çekinmeyen yeni bir nesil karşımızda.
Ayrıca, “farklı bir din veya mezhebe ait biriyle evlenebilirim” diyenlerin oranı önceki nesilde %32 iken, Z kuşağı içinde yer alanlarda bu oranın % 82’ye çıkması dinin artık sadece kaderciliği dayatmada değil, toplumu ayrıştırmaya çalışmada kullanılan bir unsur olarak da işlevsiz kalacağının bir kanıtı. Üstelik din dışındaki milliyetçilik, ırkçılık gibi diğer ayrıştırıcı unsurlara da gençlik olarak artık eskiye nazaran daha az kulak asıyor. ABD’de George Flouyd’un öldürülmesinin ardından dünyanın dört bir yanından yükselen ırkçılık karşıtı eylemlerin gençler tarafından büyük destek toplaması bunun bir göstergesi.
- “Günde altı saati sosyal medyada geçiriyorlar”
İktidarın gençlerden beklediği çevresinde olup biten adaletsizliklere ses çıkarmayan, dünyadan izole dolayısıyla kolaylıkla sistemin kölesi olmaya ikna edilebilecek bir nesil olması. Ancak ankette açıklanan sonuca göre Z kuşağı günde altı saati sosyal medyada geçiriyor. Sosyal medya ise dünyanın bir ucunda olan bir olayın dakikalar içerisinde diğer ucundan duyulabilmesini mümkün kılıyor. Yani iktidarın gençleri vurdumduymazlığa iten politikaları artık yeni nesilde işlemiyor. Ayrıca gençler sosyal medya üzerinden eşitsizliklere veya kendi sorunlarına karşı birlikte ses çıkararak toplumsal baskının oluşmasını sağlayan kitlenin önemli bir kısmını oluşturmakta.
- “Kendilerini bir parti ya da gruba mensup görmüyorlar.”
Gençlikten beklenen kaderci, itaat eden bir nesil olmak ve zaten hiçbir şeyi değiştiremeyeceği için boşuna çaba sarf etmemesi düşüncesine inanması iken gençliğin gerçek anlamda bir toplumsal dönüşümün öncüsü olabilmesi için örgütlenmesi zorunlu. Ancak Türkiye’de sol örgütlerin koşullar elverişli olmasına rağmen sosyal medyada muhalefet etmekten öteye geçmeyen, kendilerinin bile umutsuzluğa düştüğü bir mücadele anlayışına sahip olması yani gençliğin yaralarını sarabilecek somut bir mücadelenin ortaya konulmaması da gençlik içinde bir şeylerin değişebileceği inancını düşürüp, gençleri umutsuzluğa itiyor; bu nedenle de anket sonuçlarına göre Z kuşağı bireyleri örgütsüzlüğü bir tercih olarak benimsemeleri şaşırtıcı durmuyor.
Özetle, şu an 20 yaş altını oluşturan Z kuşağı insan haklarının ve adaletin yerine kutuplaştırmaların, eşitsizliklerin, açlığın, yoksulluğun, kölece çalışma koşullarının olduğu bir dünyada yaşıyor. İktidarın politikalarında ise emekçilerin ve ezilenlerin yaşam koşullarını iyileştirmek için hiçbir şey olmadığı gibi gençler adına da hiçbir gelişme yok. Aksine yaşamak gittikçe daha çekilmez bir hal alırken bir yandan da gençlik bu düzen devam edebilsin diye toplumdan koparılıp kendi halinde yaşayan insanlar haline getirilmeye çalışılıyor. Tüm bu yaratılmaya çalışılan cehennem ve baskılar ise gençler tarafından artık kabul edilemeyecek bir noktaya ulaştı ve gençler bu düzeni değiştirmek için mücadelenin önemli bir parçası olmaya çok açık.
MFT yıllardır gençlik içerisinde devrimci Marksist bir geleneğin inşa edilmesi ve bu enerjinin sosyalizm mücadelesiyle birleştirilmesi için mücadele yürütüyor. Gençlik ses yaratmak istiyorsa bu ancak örgütlü mücadeleyle emekçi sınıfların yaşamlarına dokunan mücadelenin bir parçası olmasıyla mümkün. Yarının emekçileri olan ve gelecekte işsizlik ve yoğun sömürü gibi birçok sorunla karşı karşıya kalacak olan gençleri devrimci Marksist saflara çağırıyoruz!