Rus Devrimini Savunurken – Lev Troçki

0

Bu yazı, Troçki’nin 1932’de Danimarkalı bir sosyal-demokrat öğrenci grubunun, Rus Devriminin 15. Yıldönümü nedeniyle daveti üzerine Kopenhag’da 2 bin kişi önünde yaptığı konuşma metninden oluşan makalenin kendi sözcükleriyle kısaltılmasıdır.

****

(…) Toplumsal rejimlerin ölümsüz olmadığı açıktır. Tarih sahnesine çıkarlar ve ardından gelişimin önünde köstek haline gelirler… Fakat şu ana dek hiçbir egemen sınıf isteyerek ve barışçı yollarla sahneden çekilmemiştir. Ölüm kalım anı geldiğinde akıl hiçbir zaman zorun yerini tutamaz. Üzücü olabilir ama bu böyle. Dünyayı bu hale getiren biz değiliz. (…)

Devrimin Anlamı

Devrim, toplumsal düzen değişikliği demektir. İktidarı, kendisini tüketmiş olan bir sınıfın elinden yükselmekte olan diğer bir sınıfın eline geçirir. Ayaklanma anı iki sınıfın iktidar mücadelesindeki en keskin ve kritik anı oluşturur. Ayaklanma, ancak halkın ezici çoğunluğunu etrafında toplayabilecek ilerici bir sınıfa dayanıyorsa devrimi gerçek zafere ve yeni bir düzenin kurulmasına götürebilir.

(…) Devrim insanlar tarafından ve insanlar aracılığıyla yapılır. Fakat devrim sürecinde de insanlar kendilerinin özgürce seçmediği, tersine geçmişten gelen ve onlara tutacağı yolu dikte eden toplumsal koşulların etkisi altında hareket ederler…

Fakat insan bilinci, içinde bulunduğu nesnel koşulları yalnızca pasif bir biçimde yansıtmaz. Bunlara aktif bir şekilde tepki göstermeye de alışkındır. Bazı dönemlerde bu tepki yoğun, şiddetli, kitlesel bir nitelik kazanır. Hakkın ve gücün engelleri alaşağı edilir. Aslında kitlelerin tarihsel olaylara aktif müdahalesi bir devrimin olmazsa olmaz unsurudur.

(…) Kitle ayaklanması, kişinin canı istediğinde başlatabileceği yalıtık bir girişim değildir… Ama ayaklanma için gerekli koşullar mevcutsa, kimse ağzını açıp pasif bir şekilde beklememelidir… İlerici sınıf, ömrünü tüketmiş bir toplumsal düzeni süpürüp atmak için zamanın geldiğinin farkına varmalı ve iktidarı ele geçirme görevini önüne koymalıdır. İşte burada, öngörü ve hesaplamanın irade ve cesaretle birleştiği bilinçli devrimci eylem alanı başlar. Bir diğer deyişle, partinin eylem alanı başlar.

Devrimci Parti ilerici sınıfın en iyi unsurlarını birleştirir. Koşullara uyum sağlayabilen, olayların akışını ve ritmini değerlendirebilen ve daha baştan kitlelerin güvenini kazanabilen bir parti olmaksızın, proleter devrimin başarıya ulaşması imkânsızdır. Bunlar ayaklanmanın ve devrimin nesnel ve öznel faktörleri arasındaki karşılıklı ilişkilerdir. (…)

Eşitsiz Gelişme Yasası

Proletaryanın eski Çarlık Rusya’sı gibi geri bir ülkede iktidara gelmiş olması gerçeği ilk bakışta gizemli görünebilir; gerçekteyse tarihsel yasayla tamamen uyum içindedir. Bu öngürebilirdi ve öngörülmüştü. Hatta tayin edici olaylar başlamadan çok önce, devrimci Marksistler bu gerçekten hareketle stratejilerini oluşturmuşlardı.

İlk ve en genel açıklama şudur: Rusya geri kalmış bir ülkedir, fakat dünya ekonomisinin yalnızca bir parçasıdır, dünya kapitalist sisteminin yalnızca bir unsurudur. Bu anlamda, Lenin Rus Devriminin bilmecesini şu ustaca formülle çözmüştü, “zincir en zayıf halkasından koptu”.

(…) Dünya emperyalizminin çelişkilerinin bir sonucu olan Büyük Savaş, girdabına farklı gelişim aşamalarındaki ülkeleri çekti, fakat tüm katılanlardan aynı taleplerde bulundu. Savaşın yükünün özellikle geri ülkeler için en dayanılmaz hali alacağı açıktır. Meydanı ilk terk etmek zorunda kalan ülke Rusya oldu. Fakat kendini savaştan kurtarabilmek için Rus halkı egemen sınıfı devirmek zorundaydı. (…)

Bileşik Gelişme Yasası

Tarihsel gerilik göreli bir kavramdır. Geri ve ileri ülkelerin yanı sıra, bunların birbirleriyle karşılıklı etkileşimleri de söz konusudur: ileri ülkelerin geri olanlar üzerinde bir basıncı vardır; geri ülkeler için ileri olanları yakalama, onların teknoloji ve bilimini ödünç alma zorunluluğu vardır. İşte bu şekilde bileşik tipte gelişme ortaya çıkar: Geriliğin özellikleri, dünya teknolojisindeki ve dünya düşünündeki son noktayla birleşir. Sonuçta, tarihsel olarak geri ülkeler, geriliklerini aşmak için genelde diğerlerinin önüne geçmek zorunda kalırlar.

(…) Çelişkili karakter, ülkenin sınıf yapısında da kendisini gösteriyordu. Avrupa mali sermayesi Rus ekonomisini çok hızlı bir şekilde sanayileştirmişti. Böylece sanayi burjuvazisi, büyük kapitalist ve halk karşıtı bir karakter kazandı. Dahası, yabancı hissedarlar ülke dışında yaşıyorlardı. Diğer taraftan işçiler doğal olarak Rus’tu. Sayısal açıdan zayıf, hiçbir ulusal kökeni olmayan Rus burjuvazisi karşısında, halkın içinde güçlü kökleri olan görece güçlü bir proletarya vardı.

Geri bir ülke olan Rusya’nın, rakiplerine yetişebilmek için kendi toplumsal ve siyasal muhafazakârlığını işletemeyişi, Rus proletaryasının devrimci karakterini daha da pekiştiriyordu. (…)

Fakat Rusya’nın genç, dinamik ve kararlı proletaryası, halen nüfusun küçük bir azınlığını oluşturmaktaydı. Onun devrimci gücünün kaynakları, proletaryanın kendi dışında –yarıserf bir hayat sürdüren köylülükte ve ezilen uluslarda– yatmaktaydı

Köylülük

Devrimin temelini tarım sorunu oluşturuyordu. Eski feodal-monarşik sistem, yeni kapitalist sömürü koşulları altında kat be kat dayanılmaz olmuştu.

(…) 1917 sonbaharında hemen hemen tüm ülke köylü ayaklanmalarına sahne oldu. Eski Rusya’nın… yüzde 77’si hareketten etkilendi! Köylerden yükselen alevler ayaklanan şehirlerin meydanlarını aydınlatıyordu.

(…) Eğer tarım sorunu burjuvazi tarafından cesaretle çözülmüş olsaydı, Rus proletaryası açıktır ki 1917’de iktidara gelemeyecekti. Fakat tarih sahnesine geç çıkan, zamanından evvel bir yaşlılık sendromuna tutulan açgözlü ve korkak Rus burjuvazisi, feodal mülkiyete el uzatmaya cesaret edemedi. Bu suretle iktidar sırasını ve bununla birlikte burjuva toplumunun kaderini çizme hakkını da proletaryaya vermiş oldu.

Sonuçta Sovyet devletinin vücut bulabilmesi için farklı tarihsel gelişim aşamasından gelen iki faktörün bir araya gelmesi gerekliydi: burjuva gelişmenin doğuşunun bir özelliği olan köylü savaşı ve burjuva toplumun çöküşünü ilân eden proleter ayaklanma. İşte Rus Devriminin bileşik karakteri buydu.

(…) Dört milyon sanayi ve nakliye işçisi yüz milyon köylüye önderlik etti. Devrimde proletarya ve köylülük arasındaki doğal ve kaçınılmaz karşılıklı ilişki buydu.

Ulusal Sorun

Proletaryanın ikinci devrimci kaynağını, ezici çoğunluğunu köylülerin oluşturduğu ezilen uluslar oluşturuyordu. Moskova’yı merkez alarak tüm ülkeye bir örümcek ağı gibi yayılan Rus Devletinin devasa niteliği, ülkenin tarihsel geriliğiyle yakından alâkalıydı. Bu devlet, Doğunun daha geri halklarını boyunduruğu altına almıştı ve Batının daha gelişkin uluslarını boğmak için onlara yaslanıyordu. (…)

Egemen ulusun nüfusun yalnızca yüzde 43’ünü meydana getirdiği, geri kalan yüzde 57’yi ise çok çeşitli uygarlık dereceleri ve yasal mahrumiyet altındaki ulusların oluşturduğu imparatorluk doğdu. Ulusal baskı sadece batı sınırının ötesinde değil aynı zamanda doğu sınırının ötesinde de komşu ülkelerdekilerle kıyaslanmayacak derecede ağırdı. Bu da ulusal soruna muazzam bir patlayıcı güç veriyordu.

(…) Merkezkaç ulusal hareketin gelişiminin kaçınılmazlığı Lenin tarafından çok önceden dikkate alınmıştı. Bolşevik Parti ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı için, yani tam ayrılma hakkı için yıllarca ısrarla mücadele etti. Rus proletaryası ancak ulusal sorun üzerine bu cesur konumu sayesinde, ezilen halkların güvenini yavaş yavaş kazanabildi. Toprak hareketi gibi ulusal bağımsızlık hareketi de zorunlu olarak biçimsel demokrasiye sırtını döndü, proletaryayı güçlendirdi ve Ekim ayaklanmasının akıntısına katıldı.

Sürekli Devrim

(…) Acil görevleri itibariyle Rus devrimi bir burjuva devrimidir. Fakat Rus burjuvazisi karşı-devrimcidir. Devrimin zaferi bu nedenle sadece proletaryanın zaferi olarak mümkündür. Ancak muzaffer proletarya burjuva demokrasisinin programında durmayacak, sosyalizm programına geçecektir. Rus devrimi sosyalist dünya devriminin ilk adımı haline gelecektir.

Bu, 1905’te benim tarafımdan formüle edilmiş sürekli devrim teorisidir… bu, teorinin sadece bir parçasıdır. Diğer parçasıysa… şunu öne sürer:

Mevcut üretici güçler ulusal sınırlarının çok ötesine geçmiştir. Sosyalist bir toplum ulusal sınırlar içinde gerçekleştirilemez. Yalıtılmış bir işçi devletinin ekonomik başarıları ne kadar önemli olursa olsun, “tek ülkede sosyalizm” programı küçük-burjuva bir ütopyadır. Yalnızca bir Avrupa ve devamında da dünya sosyalist cumhuriyetler federasyonu, uyumlu bir sosyalist toplumun gerçek arenası olabilir.

(…) 7 Kasım 1917 silahlı ayaklanması olmasaydı Sovyet devleti var olmazdı. Ancak ayaklanma kendiliğinden gökten düşmedi. Ekim Devrimi için bir dizi tarihsel önkoşul gerekliydi.

1. Eski egemen sınıfların –soyluluk, monarşi, bürokrasi– çürümüşlüğü.

2. Halk kitleleri içinde hiçbir kökü olmayan burjuvazinin siyasi zayıflığı.

3. Köylü sorununun devrimci karakteri.

4. Ezilen uluslar sorununun devrimci karakteri.

5. Proletaryanın önemli toplumsal ağırlığı. Bu organik ön koşullara, çok büyük önemdeki belirli konjonktürel koşulları da eklemeliyiz:

6. 1905 devrimi büyük bir okuldu veya Lenin’in deyimiyle 1917 devriminin “provası” idi. Proleter birleşik cephenin devrimdeki vazgeçilmez örgüt şekli olan sovyetler, ilk kez 1905 yılında ortaya çıkmıştı.

7. Emperyalist savaş tüm çelişkileri keskinleştirdi, geri kitlelerin durağanlığını parçaladı ve böylece de muazzam bir felâketi hazırladı.

Ancak devrimin patlak vermesi için tamamen yeterli olan tüm bu koşullar, devrimde proletaryanın zaferini garantilemeye yetmedi. Bu zafer için bir şarta daha ihtiyaç vardı:

8. Bolşevik Parti.

Bolşevik Parti

(…) Burjuvazi iktidarı ele geçirebilir, ki kendisinin hiç rol almadığı mücadeleler sonucu birçok kez de ele geçirmiştir; amacına fevkalâde uygun birçok araca sahiptir. Fakat emekçi kitleler için durum farklıdır; uzun zamandan beri vermeye alışmıştır, almaya değil! Çalışırlar, olabildiğince sabırlıdırlar, umutla beklerler, umutları söner, ayaklanırlar ve mücadele ederler, ölürler, başkalarının kazanmasını sağlarlar, aldatılırlar, ümitsizliğe kapılırlar, boyunlarını eğerler ve yine çalışmaya dönerler.

(…) İktidarı sıkıca ve kesinkes eline almak için proletarya, görüşlerinin açıklığında ve devrimci kararlılığında diğerlerinden çok ileride bir partiye ihtiyaç duyar.

Pek çok kez ve bütünüyle haklı olarak insanlık tarihinin en devrimci partisi diye tanımlanan Bolşevik Partisi, çağdaş Rus tarihinin ve onun içerdiği tüm dinamiklerin yaşayan bir özetiydi. Çarlığın yıkılması çoktan beri ekonominin ve kültürün gelişmesi için zorunlu bir koşul haline gelmişti. Fakat bu görevin yerine getirilmesi için güçler yetersizdi. Burjuvazi devrimden korkuyordu. Entelijensiya köylülüğü ayağa kaldırmaya çalışıyordu. Kendi acılarını ve amaçlarını genelleştirme yeteneğinden yoksun mujik, bu çağrıyı yanıtsız bıraktı. Entelijensiya dinamite sarıldı. Tüm bir kuşak bu mücadele içinde yanıp gitti.

… Devrimci öncellerinden özveri ve sonuna kadar pes etmeme özelliğini miras alan Lenin, daha genç yaşta entelijensiyanın ve ileri işçi kuşağının öğretmeni haline geldi. Grevlerde ve sokak savaşlarında, hapishanede ve sürgünde, işçiler gerekli tava ulaştılar. İşçilerin mutlakiyetin karanlığında tarihsel yollarını aydınlatacak bir ışığa ihtiyacı vardı: Marksizmin ışığına.

(…) On iki yıl boyunca (1905-1917) gerçekleşen muazzam olaylarda, parti toplumun sınıf mekanizmalarını mücadele içinde tanımayı öğrendi. Hem inisiyatif hem de bağlılık yeteneğine sahip kadroları eğitti. Onun devrimci eylem disiplininin temelinde, öğreti bütünlüğü, ortak mücadele geleneği ve denenmiş liderliğine olan güven yatıyordu.

Parti, 1917 yılında bu sayede ayaktaydı. (…) Eğer “ulus”tan anladığımız ayrıcalıklı kişiler değil de halkın çoğunluğuysa, yani işçiler ve köylülerse, o halde Bolşevikler 1917 sürecinde gerçek anlamıyla bir ulusal Rus Partisi olmuştu.

Lenin 1917 Eylülünde işareti verdi, “Kriz olgunlaştı, ayaklanma saati yaklaştı.” Haklıydı. Egemen sınıflar, savaş, toprak ve ulusal kurtuluş sorunları karşısında kör bir patikada kaybolmuşlardı. Burjuvazi en sonunda pusulayı şaşırdı. Demokratik partiler, Menşevikler ve Sosyal Devrimciler, emperyalist savaşı desteklemeleriyle, burjuva ve feodal mülk sahiplerine verdikleri tavizlerle ve uzlaşma politikalarıyla kitlelerin onlara olan güven kalıntılarını da yitirdiler. (…) İşçiler ve askerler eylem istiyorlardı. Ülser ilerlemişti. Neşteri vurma zamanıydı!

Yalnızca bu toplumsal ve siyasal koşullar altında ayaklanma mümkündü. Ve bu yüzden kaçınılmaz bir hale gelmişti. Fakat ayaklanmayla oynanmaz! Neşteri dikkatsiz kullanan doktorun vay haline! Ayaklanma bir sanattır. Belirli yasaları ve kuralları vardır.

Parti, Ekim ayaklanmasını soğukkanlılık ve ateşli kararlılıkla gerçekleştirdi. Bu sayede, nerdeyse hiç kurban vermeden hedefine ulaştı. Muzaffer sovyetler aracılığıyla Bolşevikler, dünya yüzeyinin altıda birini kaplayan bir ülkenin başına geçtiler.

(…) 1917 yılında, sekiz aylık bir süreçte, iki tarihsel dönemeç çakışmıştı. Şubat ayaklanması –Hollanda, İngiltere, Fransa ve nerdeyse tüm Avrupa’nın önceki yüzyıllarda vermiş olduğu büyük mücadelelerin bizdeki gecikmiş randevusu– burjuva devrimleri içerisindeki yerini alırken, Ekim Devrimi proletaryanın egemenliğini ilân etti. Dünya kapitalizmi ilk büyük yenilgisini Rusya topraklarında aldı. (…)

Kapitalizm bir dünya sistemi olarak kendini çoktan tüketmiştir. (…) Sadece üretici güçlerde güçlü bir artış ve üretimin ve dağıtımın etkili, planlı, yani sosyalist bir örgütlenmesi insanlığa –tüm insanlığa– iyi bir yaşam standardı sağlayabilir, ve yalnızca bu kendi ekonomisi karşısında ona değerli bir özgürlük duygusu verebilir. İki anlamda özgürlük; ilk olarak, insan artık yaşamının büyük bölümünü fiziksel emeğe ayırmak zorunda kalmayacak. İkincisi de, piyasa denilen o kör, gizemli gücün esiri olmayacak. İnsanlar, ekonomilerini belli bir plana göre kendi elleriyle kendileri kuracak.

(…) Fakat daha yolun sonuna gelmedik. Hayır, bu daha başlangıç. (…) Sosyalizm, zorunluluk aleminden özgürlük alemine bu anlamda da bir sıçrama anlamına gelecek, tüm çelişkileri ve uyumsuzluğuyla birlikte bugünün insanı yeni ve daha mutlu bir ırkın yolunu açacaktır.

No comments